Pazar, Ağustos 30

tatilde düşündüklerim

Seyit Ali Aral Penguen’deki köşesinde “Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç mizahçı?” diye bi soru sormuş. Ben mal gibi oturdum bi buçuk saat bu sorunun cevabını düşündüm. On üç falan olsa kolay da, üç diyo. Ama buldum sonunda: Umut Sarıkaya(tek başına bile yeter), Barış Atar(aslında Barış Abi de tek başına yeter, çok güzel insan), bi de Uğur Gürsoy(Fırat’ı da getirsin). Tüh ya, daha bi sürü kişiyi alıcaktım. Ersin vardı, Cihan vardı, Semra vardı, Yetkin vardı, Okşan vardı... Neyse. (Barış Abi bakkallarda Halley kalmamış biliyo musun. Ehehe.)

Yazarların adıyla yoklama yapılan kitap reklamı içimi sıkıyor. Kendimi “kahır belaa” diye bağırarak yerlere atasım geliyor.

16 yaşındaki insanlar çok depresif oluyor. Ya da benim gördüklerim öyle. (Beş yılda bir geleneksel olarak yaptığım bisiklet esprime bile gülmedi, ama The Shining’i veya Kuzuların Sessizliği’ni izlerken gülüyor. Nasıl bir insansa)

(Yukarıdaki depresifle) The Shining’i izledim (bin altı yüzüncü kere.) Çıkardığım üç sonuç:
-Stephen King süper kitaplar yazıyor. (Pet Sematary, Bag of Bones ve The Shining gibi)
-Cek Nikılsın psikopat baba rolünü süper oynuyor.
-Hala Pet Sematary mi daha iyi, yoksa The Shining mi karar veremedim. Bence Pet birazcık daha iyi gibi, sizce? “Sometimes dead is better.”

Yaz tatilindeyken, okullar hemen açılsın istiyorum. Okullar açıldıktan bi hafta sonra fikrim hemen değişiveriyor.

Keşke marjinal şair Basri Özakıncı gerçekte de olsa. En büyük hayranı olurdum.

Cobra Starship’in I Kissed A Boy’unu dinlerken çok eğleniyorum. Gabe’in şarkıyı söyleyiş tarzına hastayım. Çok güzel söylüyo lan, bayılıyorum şu Gabe’e. (Sırf Gabe’in nasıl söylediğini duymak için bile şarkıyı dinleyin bence, katy perry’den daha güzel söylüyo)

Mesela şimdi Cihan Kılıç Uykusuz’da çiziyo ya, ben onun Yumurtalar’daki eski işlerini gördüğüm zaman pek bi seviniyorum. Serkan Yılmaz da öyle. “Hehheh ben bunun amatörlüğünü bilirim ya, şimdi köşesi var” gibi bi durum mu var, bilmiyorum.

Düşmek, tökezlemekten daha iyidir. Tökezlemek çok küçük düşürücü.

Akıl sağlığımı yitirmemi istiyorsanız, beni iki gün boyunca, dört kuzenimle beraber bir odaya kapatın. Biri 11, biri 6, ikisi de 9 yaşında. Yanlarında on dakika durayım diyorum, duyduğum diyaloglar hep aynı:
A: “Hadi Fındık’ı sevmeye gideliiğm!” (Fındık, hep evin yanlarında gezinen süpersonik bi köpek)
B: “Fındık’ı boşver bak ben napıcam, gööeerrkk!!” (Geğiriyor)
A: AHAHAHAHA!
C: ekekekeke, iğrençsin yaa
D: pzort! (osuruyor bu da)
A: oha yaaaa ahahahahaha ölücem şimdi, çooğk komiksin
C: hehe, bak ben tükürüklü baloncuklu salya yapıyorum ağzımla, blörpf (yapıyor)
A: ıyy nası yapıyosun onu ya, iyyreeaanç
D: ben de yaparım ki (bu da yapıyor)
C. ekikikiki
A: Ezgabla (Ezgi Abla diyemiyolar) sen niye gülmüyosun?
E: gülüyorum ya işte, ehe ehe (zoraki gülüş).
Ben bunların hiçbirine gülmediğim için bi ara gülme yeteneğimi yitirdim gibi hissettim. Çok garip lan, osuruğa falan öyle gülüyolar ki “kesin çok komik bişey daha var, ben fark edemiyorum” diye düşünüyo insan.

Cici sanki biraz şey gibi olmuş. Ne gibi? Bilmiyorum. Hem boyutuna hem de kendisine alışamadım(yeni çıktığından olmasın?) Yetkin Gülmen olmasa alır mıydım peki? Haaaayıııııır. Her şey Yetkin için. Penguen’de çizdiği zamanlardan beri çok seviyorum onu, neden bilmem.

Az önce babama “Akşam yemeğine beni bekleyin,” dediğimde “Kelebekler, köstebekler, ben beklemem,” dedi ve “hehehe, acıktım ya” diye güldü. Ben esprinin kötülüğünden afallamış bi şekilde koridorda dikilirken de “Anlamadın mı? Kele-bekler, köste-bekler, ehehe,” dedi. Annem de babam açıklama yapınca espriyi yeni kavramış olacak ki “ahaha,” diye güldü. Bazen insan kendi ailesinden bile korkabiliyor demek ki.

Bazen mizah özürlü olduğumu düşünüyorum. Evet. Çünkü Cem Yılmaz’a hiç gülmüyorum. Bi vidyosunu izliyoruz mesela, yanımdaki arkadaşım daha Cem Yılmaz cümlesine başlamadan ehahahaha diye gülerek sırt üstü devriliyor. Sonra onun sırt üstü devrilmesi bana komik geliyor ve ben de ehahaha diye gülüyorum. O da Cem Yılmaz’a güldüğümü sanıyor, böylece durumu kurtarıyorum.

Burada, tatil yerinde garip arkadaşlarım var. Hani “Aiiiy şu çocuk çok tatlıymış, yarın göz kalemi çekip meraba demeye gidiyim,” diyen tiplerden. Nasıl arkadaş olduk orasını tam şeyapamadım ama onlar, şu sevgilisini aldatmış, o bundan hoşlanıyomuş diye konuşurken ben Gülriz Sururi’nin kafasındaki minik topuzu düşünüp kıs kıs gülüyordum. Bir şeye tepki vermem gerekince de şaşırmış gibi yaparak “hadi ya” diyordum. Ta ki şişe çevirmece oynarken aralarından biri –adeta bi çakal gibi- muzip gözlerle bakıp “Cesaretin varsa git Ozan’a tokat at, nihihehe” diyene kadar. Ama öyle bi ses tonuyla söyledi ki sanki tokadı atmazsam önümdeki beş yılın eğlence konusu hazır. (Gerizekalı ya.) “Kesin izin vermicek, kim izin verir ki” diye düşüne düşüne, yumruklarımı sıka sıka gittim, “Pardon Ozan bi bakar mısın,” diyip, durumu açıklayıp attım tokadı napıcam. Ozan da mal mı ne, tokat atmama izin verip üstüne üstlük güldü. Oysa gayet şeker bi çocuktu, mal olmasaydı.

Pet Sematary’yi ilk okuduğumda tir tir titrediğimi bilirim. (Geçen yıllarda, Mayıs ayında, Antalya’da, yani ancak bi kutup ayısının titreyebileceği bi sıcaklıkta).

Ozan’ın bi hırkası var, hırkanın arkasında Che’nin resmi var tamam mı. Bi tane arkadaşım Che’ye Sagopa dedi. Evet. Hırkasının arkasında Sagopa var, dedi. Ben de yuh dedim.

Blogspot’ta profilde yaşım 13 yazıyo ya, bitirdiğim yaş benim o. Benimle aynı yılda doğanlar hep 14 diyomuş da benim haberim yokmuş lan. Ben keriz gibi bitirdiğim yaşı söylüyomuşum. 14 yaşındayım ben.

Entrikada Yalan Rüzgarı’na rakip olabilecek tek dizi Cennet Mahallesi. Bazen (eğer canım çok sıkılmışsa) izliyorum, her bölüm bi sürü entrika dönüyor. Nasıl bir dizi anlamadım.

Bisikletle uçabilen tek insan benim. Baya uçuyorum yaa. Nasıl mı? Anlatiyim, çok hızlı gidiyosun, araba hızında. Sonra arka fren yerine –yanlışlıkla- ön freni sıkıyosun, hooop, havadasın. Geçen gün çok pis düştüm ama çok komikti. Düştükten hemen sonra da kendime kahkahalarla gülünce yanımdakiler mal mı lan bu gibisinden baktılar, ama gerçekten çok komikti yaa.

Sevdiğim şeyleri övmeyi severim ama başka birinin övmesini istemem. Neden derseniz, ben de bilmiyorum. Hatta beş dakika önceye kadar böyle bi huyumdan haberim yoktu. Kuzenimle aramızda geçen diyalogtan anladım. Ne çeşit bi insanmışım yaa.
E: Barış abiyi çok seviyom yaa.
L: Esprilerini mi?
E: Esprilerini de seviyorum ama çok iyi bi insan, ne biliyim. Gönderdiği tişörte kola döktüğüm için kendime az küfretmemiştim.
L: Hehe salak, çok güzel bi tişörttü.
E: Evet, bi de imzalıydı ya off. Snf. (burnumu çektim)
L: Ben de severim Barış Atar’ın esprilerini.
E: Niye?! (Verdiğim tepkiye hayran oldum şu anda)
L: Hı?
E: Niye seviyosun ki esprilerini?
L: Komik?
E: Ağzını burnunu döverim senin, git Cem Yılmaz’ın esprilerini sev.
L: Allah Allah, mal mısın nesin yaa. (gözü dol)
E: (kuzenimin elindeki uykusuz’u kaptım) Ben bi daha okicam ver.
L: Ama okumamıştım da-
E: Hehe bu İdil çok salak yaa. Ama Arkadaşlar iyidir daha güzeldi.
L: Aa Cihan Kılıç mı? Ben de çok severim.
E: Sevme.

Nasıl bi diyalog bu ya. Şimdi yazınca daha bi garip geldi..

5 yorum:

  1. daha dün mü ne ben sana "nerdesin? ne zaman geleceksin eve?" diye soruluyorum atacaktım. neden geldin ki hemen? yine soruluyorum attığımın ben de farkındayım. neyse, tren gelir hoş gelir.

    YanıtlaSil
  2. bi ay oldu, gelmese miydim. (bu arada bi saat, "soruluyorum" ne acaba diye düşündüm. niye ayrı yazmadın da beynimi yordun ya?)

    YanıtlaSil
  3. Pet Cemetary bence çok kötü ve sıradan. Ama Stephan King'in "O" hikayesi çocuklukta travma yaşatmıştı bana.

    YanıtlaSil
  4. ben o'nun başlarını sevmiştim ama sonu çok kötü ya, neymiş örümcek gibi bişiymiş. sonu hiç olmamış.

    YanıtlaSil
  5. Eh bizim küçüklüğümüze denk gelen dönemde Michael Jackson'ın kurtadama dönüşmesi bile korkunç geldiğinden, örümcek gibi bişi olması baya tırsınç bir durum olarak kabul görmüştü^^

    YanıtlaSil